Mart 11, 2013

Hüseyin Bey Cafe

Bahar geldi, az daha ısında havalar yaz geldi diyeceğiz.İnsanın canı deniz havası almak, bağda bahçede dolaşmak istiyor. Geçen cumartesi sabahı biz de bu telaşla atladık arabaya Göksu kıyısında aldık soluğu. Boğaz köylerine doğru yol alırken hep kıyısından geçtiğimiz ama henüz gitmediğimiz, uzaktan mahalle kahvesi görünümündeki küçük cafe'ye vardık hevesle. Bahçenin kapısından girerken otel binasını da görünce "Hüseyin Bey işleri ilerletmiş epeyce..." diye geçirdim içimden. Dolu masa sayısı 2 olmasına rağmen biz kafamıza göre bir yer bulana kadar ilgilenen bir personel olmadı. Zaten fazla seçeneğimiz de yoktu; zira masaların üzerinde kediler cirit atıyordu. Biz de iç taraftaki yarı açık alanda bir masaya yerleştik. İçerisi, her yanı açık olmasına rağmen mide bulandırıcı derecede kedi kokuyordu buram buram. Kahvaltı diye önümüze koydukları tabak, eskiden buradan Ayvalık'a giderken gecenin bir vakti mola verilen yol lokantalarında önümüze koyulandan farksızdı. Çay bardakları, masa örtüleri kirliydi; bana çay getirdikleri fincanda ruj izi vardı!! Anlaşılacağı üzere resmen tiksinerek birşeyler atıştırıp kaçarcasına terk ettik mekanı. Uzun zamandır bu derece hayal kırıklığı yaşamamıştım. Ne tavsiye ederim ne de bir daha adım atarım.

Nisan 04, 2010

Lokma Rumelihisarı

Haftaiçi tenhalığından faydalanıp Boğaz’da bir kahvaltı niyetiyle yola çıktık. Rumelihisarı’nda nereye demir atsak diye düşünürken Lokma çıktı karşımıza. Yoldan görünüşüyle ilk anda fethetti beni doğrusu; masaların olduğu üzeri açık bölümü yola göre üst kotta kaldığı için arabalar manzarayı kesmiyor fakat manzara nefes kesiyor. Arabayı valeye teslim edip kendimize en kenardaki şirin masalardan birini seçtik. Dekorasyonuyla içimi ısıtan mekanın garsonları da işbilir görünüyorlardı. Servisin hızı sayesinde peynirli menemenimi henüz sıcakken yeme şansım oldu. Menemeni kötü yapmak mümkün mü demesin kimse, evet mümkün. Fakat Lokma’da mümkün görünmüyor. Çok şahaneydi menemen; domatesler sulanmamış, yumurtası kıvamında pişmiş, peynirin tadı öne çıkmamış. Fakat aynı şeyi reçeller için söyleyemeyeceğim. Üç dört çeşit reçel getirdiler fakat hepsi de kötüydü, sanki marketten alınmış gibiydi. Ben Lokma’nın yerinde olsam ev yapımı tadında reçel bulup onu servis yaparım. Gerekirse yöresine gider yine de kalitelisini bulup çıkarırım. Ayrıca hoşuma giden başka bir nokta da mekanın işletmecisi veya sahibi olduğunu tahmin ettiğim beyefendinin mekanda sürekli boy göstermesi ve zaman zaman masalarla bizzat ilgilenmesiydi. Yani genel olarak diyebilirim ki Boğaz’da kahvaltı için aklıma not ettiğim yerlerden biri de artık Lokma.

Mart 29, 2010

Happy Moon’s Şaşkınbakkal

Zemin kaplaması olan siyah beyaz karolar, duvarlarını süsleyen vintage afişler ve kırmızı koltuklarıyla Amerikan filmlerindeki klasikleşmiş ayaküstü barları insana hatırlatan bir yer Happy Moon’s. Sigara içmek isteyen müşterileri için ayrılan sobalı mekan da, masaların arasına yerleştirilmiş kocaman yapraklı bitkilerle hafiften amazon havası veriyor insana. Mekanın keyifli olması, Bağdat Caddesi’nin en civcivli noktasında konumlanıp da cadde gürültüsünden kendini izole etmiş olması, peak saatlerde bile servis hızından ve kibar garsonlarından ödün vermemesi bir yana, Happy Moon’s şahane bir de menüye sahip. Menüyü elime aldığımda açıkçası biraz ürktüm; Num Num’ın çok sayfalı fakat çoğu lezzetsiz yemeklerle dolu menüsü aklıma geldi. Fakat önyargıyı çöpe atıp menüyü incelemeye başladım. Daha çok bir hamburgerciye benzeyen mekanın menüsünde özle soslu dil balığı görünce dehşete kapıldım ve derhal sipariş ettim. Gayet makul bir süre sonunda gelen yemeklerimizi beklerken ikram edilen şahane iştah açıcı bruschetta’ları mideye indirdik. Siparişim gelince hem görüntüsünden hem de buram buram kokusundan anlaşıldı ki söz konusu özel sosun bazı hardal. Şahane hardallı özel sosun altında pamuk yumuşaklığındaki dil balığı parçalarının lezzeti anlatılmaz yaşanır cinsindendi doğrusu. Hatırlamak bile ağzımı sulandırıyor. Bir sonraki Happy Moon’s ziyaretimi ne zamana ayarlasam acaba? Bu arada üç kişilik bu muhteşem yemek için toplamda 75 TL ödedik ki bu kişi başı 25 TL demek oluyor. Bu ne demek oluyor? Kaliteli ve leziz yemek her zaman pahalı olmak zorunda değil!

Mart 03, 2010

Denizyıldızı Beylerbeyi

Geçenlerde canımız balık çekince soluğu Beylerbeyi’ndeki Denizyıldızı’nda aldık. Denizyıldızı’nın Boğaziçi Köprüsü’nü neredeyse doksan dereceyle gören konumu kadar başlangıçları ve sıcak araları da asla hayal kırıklığı yaratmıyor. Başlamak için bir Denizyıldızı klasiği olan marine levreğe heveslenmek fakat o akşam için yapılmadığını öğrenmek benim için gerçek bir üzüntü sebebi olsa da diğer seçenekleri görünce toparlanmam uzun sürmedi. Bir balıkçıya gittiğimde genelde balık yemektense başlangıçlar ve ara sıcaklarla doymayı tercih ederim. Ama bu defa ezberi bozup, mevsimi olmasından da cesaretle kalkan sipariş ettim. Elbette dişi olmayanından… Kalkanlar mısır ununda pişerken biz de vaktimizi, bu defa sadece üç çeşit olmak üzere ısmarladığımız girişlerle geçirdik. Eminim bir atamız buyurmuştur bir yerlerde; “Kıvamında pişmiş ahtapot bulursan yiyeceksin” Ben de aynısını yaptım. Lokum gibi yumuşak ama asla kendinden geçmemiş. Ardından gelen, içine deniz mahsüllerinden hazırlanmış harcın olduğu levrek dolması için lezzetli bir altlık oldu doğrusu. Levrek dolması iyiydi. Ama o kadar. Özel övgüye değer bir tat yakalanamamış maalesef. Derken kalkan geldi masanın ortasına. En güzel parçasını kendime aldım ve büyük bir iştahla ilk lokmayı ağzıma attım. Ve de tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Balığın etrafındaki mısır unu tabakası balığın tadına hiçbir katkıda bulunmadığı gibi, sadece bir kabuk görünümünde soyuldu gitti. Balık ise gerçekten lezzetsizdi. Dişi olduğundan şüphe etmedim değil. Neyseki Denizyıldızı’nın kafamdaki genel not ortalaması yüksekti de mekan oradan yırttı. Denizyıldızı’na yine gider miyim? Kesinlikle giderim. Ama kalkan yer miyim? Kesinlikle yemem.

Şubat 27, 2010

Cipriani Londra

Hayatında ilk defa Londra’yı ziyaret edip de Davies Street'teki bu meşhur İtalyan’da yemek yeme şerefine nail olabilen şanslı azınlıktanım. Bu şahane tecrübeyi günümüzden sanıyorum 2 veya 3 yıl önce edindim. Biri formal bir toplantı olmak üzere 2 akşam yemeğimizde de ağırladı bizi İtalyan. Carpaccio’su başlı başına efsane olan restoran, Levent’teki eskinin HSBC binası iken yeninin Edition Hotel’i olacak olan binada hizmet verecekmiş Sig. Cipriani’nin beyanına göre. Elbette heyecanla beklemekteyim en son 2-3 yıl önce yediğim carpaccio’ları yeniden tatmayı. Fakat merak ettiğim bir konu var ki bir mekanı vezir de edebilir rezil de. Londra’daki Cipriani’nin garsonlarının tamamı, yarı İngilizce yarı İtalyanca konuşan tipik İtalyanlardı; tavırlarıyla, İngilizce bile konuşurken sahip oldukları aksanlarıyla..Şimdi düşünüyorum da bu tipikliğin müşteri üzerinde yarattığı etkiyi İstanbul’da nasıl sağlayacak Sig. Cipriani. Okuduğum kadarıyla şefini ithal edecekmiş. Fakat garsonları ithal edemeyeceği açık. Merak ve heyecanla bekliyorum açılışı.